17 Şubat 2010 Çarşamba

Yolculuk

16 şubat-17 şubat

İstanbul-Delhi uçuşu görece kısa ve sorunsuz geçti . 5 saat 20 dakika sürüyor.Uçakta yerimiz şahane,business den hallice,önümüz boş,yanımızda işini bilen işadamı bir hintli,yakınımıza gelip aramızdakki koltuğa göz diken ağlak çocuk,kokocu hipi,hintli teyze gibi insanları anında uzaklaştırıyor.

Yemek sonrası bu şahane komşunun çizgili ceketine şarap dökme gafletinde bulunuyorum,müstehzi bir parmak hareketiyle azarlıyor beni.

Delhi'ye iniyoruz. Immigration da koccaman biçimsiz bir kuyruk, düzensiz, manasız. Arkalarda bir yerde duruyoruz, kuyruğun ilerlediği yok. İçimize, genlerimize işlemiş kaynak yöntemi geliyor aklımıza ve Türklüğümüzü kullanıveriyoruz , sinsi birer sansar gibi yüz kişiyi geçip önlerde bir yerlere saplıyoruz kendimizi, yüzümüzdeki yüzsüz sırıtışla... Yanımızda bu becerimizi önceden hissetmiş palyaço kılıklı bir ispanyol da bize kuyruk olmuş durumda.. Son derece yılışık bir arkadaş, samimiyet çabasında, .. ne işsin, ne yaparsın Hindistan'da diyoruz, gezerim ben sürekli diyor, drug, mrug, dealing diye de ekliyor.. İçimizden kendisine ticaret hayatında başarılar dileyerek uzuyoruz, herkes kendi pasaport memuruna gidiyor, palyaçonun aklı bizde kalsa da biz ondan kurtulmanın, kısa samimiyetimizin bitmesinin mutluluğunu hissediveriyoruz.

Pasaport memurumuz yağlı saçlı, orta yaşlı suratsız bir bay. Nepal'e devam edeceğimizi öğrenince bize siz ülkeye giriş yapmayın boşuboşuna, vizenizin birini harcamayın, it's your benefit diyor. Tamam da valizlerimiz... valizlerimiz ne olacak diyoruz. "Ben halledicem" diyor, belli ki işbitirici biri, kendi gibi yağlı saçlı bir arkadaşını çağırıyor, yeni adam bizi alıyor, bir köhneye oturtuyor, bekleyin diyor.

10-15 dakika bekledikten sonra bir başka yağlı saçlı hintli adam gelip bizi yağlı saçlı bir hintli kadına teslim ediyor.. elden ele dolaşıyoruz. Yağlı saçlı bu son kadın o andan sonra bir nevi özel memuremiz olarak uçağımıza kadar bize eşlik ediyor.

THY'nin yapmadığı babalığı Jetair'den görüyoruz. Valizleri sorun etmeyin herşeyi halledeceğiz diyor kadın, inandırıcı gelmiyor, sorun etmemeyi beceremiyoruz. kadının elinde bir A4 kağıt, üzerinde yolcu listesi yazılı, bilgisayar, digitallik hak getire, herşey el işi..Ulan bu arı kovanı gibi havaalanında bizim valizleri nereden bulacak bunlar diye hafiften üçbuçuk atıyoruz. Küçük ve dandik bir sigara odası bulup kahve eşliğinde hafif endişeli 2-3 sigara içiyoruz, espresso diye getirdikleri şey bildiğimiz neskafe, tadı da feci. Transit salonuna döndüğümüzde yağlı saçlı kadın orada..valizlerinizi göstericem gelin diyor, hayretle takip ediyoruz. Ve evet valizler orada iri palamutlar gibi yerde yatıyorlar.. Helal Jetair e, transit olmayan uçuşta o kaotik mekanda valizleri bulmuş, üstelik A4 ve tükenmez kalem teknolojisiyle.

Valizler bulundu, kahve , sigara içildi ama hala uçağa 3 saat var, yapacak bir şey de yok sıkıcı transit salonunda, uyur uyanık bekleme sırasında bir memur elinde bir tomar biletle gelip tek tek - süper aksanlı ingilizcesiyle- isim okuyup boarding leri dağıtıyor, herşey allahlık bir sistemle çalışıyor, kapıyoruz pass leri. Gümrük kapısından geçmek lazım, manyak bir arama var, donumuza kaadar aranıyoruz. Bot içleri, ilaçlar, objektifler ıncık cıncık didikleniyor, balık biçiminde içinde minimal çakısı olan, bir kenarda unutulmuş bir anahtarlığa el konuluyor.

Delhi de bir sis, bir sis... göz gözü görmüyor. Uçak yabancı dolu, her milletten insan var.Road to Kathmandu. 1 saat 15 dakikalık bir uçuş, güzel bir kahvaltı sonrası pilot anons yapıyor, 30 dakika rötarla ineceğiz diyor. 5 dakika sonra bir bakıyoruz, sağımızda Himalayalar, bulutların arasında gerçekten de inanılmazlar, şahane karlı tepeler, sanki çizilmiş gibi.. pilot bize kıyak geçmiş olmalı, hangisi Everest acaba diye düşünürken uçak alçalıyor, sorunsuzca iniyoruz.

Welcome to Kathmandu...

1 yorum: