8 Aralık 2010 Çarşamba

Sıkıntı mıkıntı falan fişman

İspanya ya gittik geldik bu arada.. ama bloglayamadık.. Bloglayamama sorunsalı pek fena, bunca yıl bu internette yaşa, iş yap, para kazan, oyun oyna, saatler harca ve fakat blog işine bir türlü alışama.. hiç ama hiçç hoş değil.

Kendi adıma - yazan kişi Hande- yıllardır nette varolmanın sonuçu 37898 adet mailim var, herbiri bir başka işe linklenmiş, linkleri karışmış, düğümlenmiş bilgisayar arkası kabloları gibi olmuş.. Hangisinin şifresi neydi, hangisine ne linkliydi diye düşünürken zaten kafayı yiyorum.. Dolap düzeltir gibi buradaki işleri de düzenlemek gerek, gereksizleri silip gereklileri dosyalamak falan..Sonra işe yarar diye yer imlerime koyduğum sayfaların sayısını söylemeye utanırım, kaldı ki bir kez daha açıp bakmamışımdır. Yer imlerim doldukça browser değiştiryorum hatta, eski browser ı da yok etmeye kıyamıyorum , öyle şiş vaziyette duruyor bi köşede.. Biography channel da istifçiler diye feci bir program var, sanırım bende onlardan biriyim..

her neyse böyle mini bir günah çıkarma sonrası yine susuyorummm.. bakalım ne zamana kadar..
sitelerimize baktınız mı..
Update ledik... :)

www.handeyuce.com
www.oytunkaradayi.com

6 Kasım 2010 Cumartesi

uzun zaman sonra..fotograflar

Uzun zaman oldu buraya yazmayalı. Ne yaptık bu süreçte.. Fotograflarımızı paylaşabileceğimiz birer web sayfası hazırladık.

Yüzlerce fotograf. Devamı da gelecek.Her gün yeni eklemeler yapılıyor. Buyrun adresler. Yorumlara açığız :)

www.handeyuce.com
www.oytunkaradayi.com

ps: Metin inki de yakında geliyor.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Floransa dan kısa kısa...

- Dükkanların açılma kapanma saatleri bağımsız, kafaya göre, dükkan sahibi  o gün havasında diilse kapayıveriyor ve gelmiyor bir daha.. bakkal, eczane .. vs de buna dahil. Köşedeki bakkal genelde gece 2 ye kadar açık ama hafta içi bir gün canı sıkılıp gelmiyor ..hangi gün belirsiz, artık şansa..
- Radio taxi hizmeti şahane, 0554242 ... istediğin saatte kapıda taxin hazır, adresini söylemiyorsun bile, telefon çaldığında onlar zaten biliyorlar hangi adresten arandığını.. taxi  şoförlerinin bir çoğu kadın.. taxi pahalı bi hizmet ama, gerekmedikçe kullanılmamalı....
- Bakkal çakkal pek lezzetli ürünler satıyor, bizdeki mezelerin benzeri ürünler, sandwichler, enfes peynirler, jambonlar, nefis şaraplar.. gayet uygun fiyatlara..
- Her zaman restaurant da yemek yenmiyor elbette, şarküteri, mezeci tarzı dükkanlarda dilimi 2-3 euroya gayet leziz kocaman dilim pizzalar tadılmalı, ya da kocaman sandwichler...Aynı dükkanlarda süper tatlılar ve 1 euro ya güzel bir espresso da mümkün.
- Mekanın meşhur pastaneleri de unutulmamalı.. Gilli nin pastaları, tatlıları hem güzel görünümlü hem çok lezzetli... Çilekli granita sı mükemmel.
- Akşamları belirli köşeleri kapmış müzisyenler kocaman izleyici gruplarına sokak konserleri veriyorlar. Uffizi nin önüne konuşlanmış gitarlı mıymıy şarkıcıyı asteriks in kakafoniksine benzetiyoruz, pek beğeniliyor olsa da bizim için çekilir bir ses değil. Ponte Vecchio yu mesken edinmiş arkadaş ondan biraz iyi ama final parçası buona notte çok uzun ve bayıcı.. Piazza delle republica da ki baba - kız Charlie Chaplin gösterisi çok sevimli , özellikle kız pek lokumsu.. Yere kuru pastelle tüm gün resim yapanları da unutmamak lazım. Bu sıcakta o gayret takdire şayan elbette...

... devam edecek

Venedik mi... Off

Dün Venediğe gittik trenle, sabah 7.30 da bindik, iki saat sonra oradaydık.. Hızlı ve serin bir yolculuk..son derece başarılı..
Ama Venedik kesinlikle bir tür kabustu. Böylesi bi kalabalık ve sıcak.. Cehennemden hallice...Dante'nin cehennemi..İnsanların arasında şehir kaybolmuş, yürümek ve nefes almak olası değil, et ete sokaklar... kalabalık binlerce dükkan, turist dağları... Sesler,bağırtılar, homurdanmalar.. ayak sesleri.. insanlar, insanlar...
İnsanın tatil anlayışını anlamakta zorluk çekiyoruz, tüm yıl hayvan gibi çalışıp kendine ayırabildiğin belki tek bir hafta ya da beş günde gönüllü olarak neden bu kabuslara dahil olunur, ... Ellerinde kameralarıyla binlerce japon, arap, koreli, polonyalı, rus... San Marconun güvercinleri bile sapıtmış, kimin kafasına konacağını şaşırmış, vaporettolar doluluktan suya gömülmüş... her lisanda çığlıklar..koşuşturan sarı, siyah, kırmızı kafalı onbinlerce velet, pusetler, taşmış çöp kutuları ve durmaksızın facebook fotosu çeken gezegenimin saçma, tuhaf delirmiş insanları...
Bir iki kare Venedik fotografı çekmek için günü birlik gittiğimiz bu kısa yolculuk hafif yollu hezimet oldu anlayacağınız, köşelerde ışık kovaladık, bir kare çekebilmek için insanların geçmesini dakikalarca bekledik, yakıcı güneşin patlattığı mekanlarda poz telafisinden medet umduk.. feci terledik .. yorulduk.. harap ve bitap düştük..Akşam olsun da 19.30 da trenimize binip Floransamıza dönelim diye dakika saydık.. huzurla serin ve keyifli trenimize binip şehrimize döndük.. Hani İstanbul da vapurdan Kadıköy de inince, oooh evime geldim duygusu nasıl güzeldir.. trenin Floransa da durduğu ve şehre ayak bastığımız an işte aynen öyleydi.. evim evim tatlı evim... Lungarno daki sessiz sakin, trafiksiz ve sakin caddesinin kenarındaki, huzurlu, selvi manzaralı, lavanta kokulu, kuş sesli evimiz bizi bekliyordu, çok şükür dedik, duşumuzu alıp, yataklarımıza girdik...

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Çok leziz

40 derece sıcak ve binlerce adım olmasa memlekete 100 kilo olarak dönerdik sanırım.. İnsanın burada yedikçe yiyesi, içtikçe içesi geliyor. İtalyan damak tadı tam bizim kalemimiz.. Pizza ve pastaların yanında etler de şahane.. Şaraplara ise diyecek söz , konduracak övgü bulamıyorum :) Sokak aralarına sıkışmış geleneksel toscana mutfağının minicik trattoriaları, osteriaları çok sevimli. Bildiğimiz kareli masa örtüleriyle rahat, özensiz ama son derece şık. Antipastilerle yemege başlıyoruz, bruschetta sız başlangıç yapmıyoruz..prosciutto ağızda dağılıyor.. mmm şahane...crostini di fegatini... ise muhteşem...kaz ciğeri ezmeli bir başlangıç.. yeme de yanında yat...
Şarabımız çoğunlukla chianti, lokantaların kendi ürettikleri şaraplar da mükemmel.. bazen house wine istiyoruz.. her gece şarap içmeden olmuyor..memleketimin başağrıtan şarapları gibi değil.. su gibi içiliyor..  Pastalar primo piatto- ilk yemek- olmasına ragmen biz ana yemek olarak alıp - deniz ürünlü, pestolu, cevizli, av etli, karamelize soğanlı-ardından dolce ye yani tatlıya geçiyoruz.. Ya da ana yemek olarak o kocaman, şişman floransa bifteği... off  ... muazzam ötesi bir tat ve görüntü... bizdeki gibi iyi pişmiş et burada mümkünsüz.. ya kanlı ya orta... aynen olması gerektiği gibi.. eti kavurup öldürmüyorlar.

San Lorenzo daki Zaza nın enginarı, San Niccolo kilisesinin mahzenindeki  Antica Mescita nın 1 kg lık Fiorentina bifteği favorilerimiz..
Yani sözün özü...yiyoruz, içiyoruz, yürüyoruz, görüyoruz, gördüğümüze bakıyoruz, deniyoruz... ve çok seviyoruz..

Bir ekleme yapmak farz oldu.. Bu gece gittiğimiz Ristorante Paoli ..1824 te kurulmuş, klasik toscana mutfağı,.. yaşlı, bilge garsonları ve nefis bir dekoru var.. twitter arkadaşı Gürsel 'in tavsiyesiyle entrecote unu denemeye gittik.. denedik ve parmaklarımızı da yiyerek çıktık..

11 Temmuz 2010 Pazar

Siena sarısı

Toscana nın renkleri muazzam, boşuna değil uğruna yazılmış onca şiir, onca öykü, yapılmış onca resim.. Hele o Siena sarısı... yanık şeker gibi... fırından yeni çıkmış italyan çöreği gibi...Sıradan hayatlara girmiş ve buralı insan tarafından belki artık hiç farkedilmeyen, kanıksanmış bu renkler bizler için ayrı bir mutluluk... Sokak aralarında durup dakikalarca gölgeleri ve resimleri izliyoruz.

Sonra bir aralıktan muhteşem bir kahve kokusu duyuluyor, hani çizgi filmlerde koku böyle hayalet gibi gelir ya... aynı öyle... Vrrrt dönüveriyoruz ve o kokunun izini sürüp bir sokak kahvesine ulaşıyoruz.. Minicik bir kafe.. sokakta belki dört belki beş sandalyecik, içerde bir bar.. barın başında italyanlar geçerken bir espresso içimine uğramış.. Espresso tek içimlik bir shot, gün içinde cafelerde ayakta tak atıveriyorsun ve yoluna devam ediyorsun. Öyle bizdeki gibi kahveyi alayım önüme de üç saat beş saat Ayşenin Mehmetin dedikodusunu yapayım değil, kahve içmek.. sadece kahve... Aslan gibi bi kahve.. sert, sıkı, adamı kendine getiren cinsinden...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Italiaaaaaa

Prego, grazie, ciao, ferragamo, amore, mangare, te amo...
Bu kez italyadayız, Floransa... Nerdeeeen nereye, dünya küçük mü ne :)
Bol pizza, bol pasta, feci sıcak ve sayılamayacak kadar çok adım.. Durmaksızın yürümek, terlemek ama çokça keyif.
Şehri şehirli gibi yaşayabilmek için kendimize bu kez uzun bir zaman ayırdık, iki hafta Floransa ardından bir hafta Chianti.
Tatlı bir ev tuttuk, Arno kıyısında, eski ama gayet şık restore edilmiş bir üç katlı evin en üst katı.. Çatılara bakan bir piccolo bir terasımız bile var, minik bir mutfak, sabah kahvaltılarında şahane omletler yapmak için ideal. Şehrin seslerini seviyoruz, özellikle çan sesleri, ve durmaksızın öten kuşlar.. Bizim gibi arnavut kaldırımı yolları yokedip asfaltlamadıkları için yolların sesi bile güzel, topuklu ayakkabılar giymiş şık italyan kadınlarının ayak sesleri, yaşlı teyzelerin bitmek bilmeyen sohbetleri, bisikletlerin zırtlak kornaları.. Huzur veren bir şehir.
Ve çok kalabalık.. ellerinde haritalar her ülkeden turist, geziyor, yiyor içiyor ve alışveriş yapıyor, müzelerin önündeki kuyruklar metrelerce, herkes meraklı ve heyecanlı.. Uffizi, Accademia dolup taşıyor, David hergün binlerce göz tarafından hayranlıkla izleniyor.
Boticelli, Leonardo, Galileo .. ve tarihe imza atmış yüzlerce ruh mutlu, sanki şehirde görünmeden dolaşıyor ve gülümseyerek omuzunuza dokunuyorlar.